62 NOLU HADİS
Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde ve Ebû Abdurrahman Muâz İbni Cebel radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiÄŸine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ÅŸöyle buyurmuÅŸtur:
“Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’dan kork.
Kötülük iÅŸlersen, hemen arkasından iyilik yap ki, o kötülüÄŸü silip süpürsün.
İnsanlarla güzel geçin!” Tirmizî, Birr 55
EBû ZER CÜNDEB İBNİ CÜNÂDE
Ebû Zer hazretlerinin ismi Cündeb İbni Cünâde’dir ve Gıfâr kabilesine mensuptur. Bu sebeple Ebû Zer el-Gıfârî diye meÅŸhur olmuÅŸtur. Kendisi ilk müslümanlardandır. Daha doÄŸrusu müslümanların beÅŸincisidir.
Uzun boylu, esmer tenli, beyaz saçlı ve geniÅŸ omuzlu olan Ebû Zerr, zühd ve takvâ, kanaat ve istiÄŸnâ sahibiydi. Bu sebeple Hz. Peygamber’in kendisine “İslâm’ın İsâ’sı” (Mesîhu’l-İslâm) lakabını verdiÄŸi kaydedilmektedir.
İslâm’ın ilk günlerinde müslümanlığın yayılmasında önemi büyük olan dört kiÅŸiden biri de Ebû Zer hazretleridir. Ebû Zer, hemen daima Hz. Peygamber’in huzurunda bulunur, ondan istifâde ederdi. ÖÄŸrenme konusunda büyük arzu ve iÅŸtiyak sahibiydi. BilmediÄŸi her ÅŸeyi Hz. Peygamber’e sorardı. Hz. Ali onun için “ilim daÄŸarcığı” demiÅŸtir.
Hz. Peygamber’e karşı son derece saygı ve muhabbet duyardı. Resûl-i Ekrem’den “halîlî” (dostum) diye bahsederdi.
Kendisi hak yanlısı, hak sever bir insandı. Bu sebeple de ashâb arasındaki ihtilaflara taraf olmadı. Fetihlerden sonra ümmetin zengin olması, emirlerin ÅŸatafat ve saltanata meyletmeleri, mal biriktirmeleri hoÅŸuna gitmedi ve onları sert bir dille tenkid etti.
Ebû Zer hazretleri öÄŸrendiÄŸi hadisleri zevkle ve ÅŸevkle anlatırdı. Hatta o bir keresinde ÅŸöyle demiÅŸti:
“Kılıcı enseme dayasanız, ben de Resûlullah’dan duyduÄŸum bir hadisi başım kesilinceye kadar tebliÄŸe vakit bulacağımı bilsem, o hadisi elbette size yetiÅŸtirirdim” (Buhârî, İlim 10; Dârimî, Mukaddime 46). Bu sözüne raÄŸmen ondan bize 281 hadis intikal etmiÅŸtir. Bu biraz da onun inzivâyı tercih etmesiyle ilgili bir netice olmalıdır. Rivayetlerinin on ikisi hem Buhârî hem de Müslim’de, ikisi sadece Buharî’de, yedisi sadece Müslim’de yer almıştır. Sahâbe ve tâbiînden bir çok kiÅŸi kendisinden rivayette bulunmuÅŸlardır.
Ebû Zer hazretleri Mekke yakınlarındaki Rebeze’de hicrî 31. yılda vefat etmiÅŸtir. Oradan geçmekte olan küçük bir grup cenâze namazını kılıp defnetmiÅŸtir.
Allah ondan razı olsun.
AÇIKLAMALAR
Hz. Peygamber’in özlü sözlerinden biri olan hadis, “Nerede (ve nasıl) olursan ol, Allah’tan kork” cümlesinden dolayı, burada zikredilmiÅŸtir.
Takvâ, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmakla gerçekleÅŸen ve dinin temeli olan bir ilkedir. Buna Allah saygısı, Allah korkusu da denir. Takvâ çeÅŸitli derecelere ayrılmaktadır. En alt tabakası, ÅŸirkten uzak kalmak, en üst derecesi ise, Allah’dan baÅŸka her ÅŸeyden (mâsivâ) yüz çevirmektir. Takvânın birbirlerinden farklı dereceleri bulunmaktadır. Ancak onun tabiî sonucu ilâhî murâkebe altında olduÄŸu bilinci ile hareket etmekten ibârettir. Takvâ, yalnızlıkta, toplum içinde, belâ ve musîbet anında, bolluk ve refahta yokluk ve darlıkta, hâsılı her durumda Allah’a karşı saygılı olmak, sürekli uyanık, dikkatli ve ÅŸuurlu bulunmaktır.
Böyle bir duygu ve hâlin sonuçları ise, yüce kitabımızda; Allah’ın dostluÄŸu [bk.Yûnus sûresi (10), 62], ilâhî övgü [Âl-i İmrân sûresi (3), 186], Allah’ın yardımına ulaÅŸmak [Âl-i İmrân sûresi (3), 120], sıkıntılardan kurtulmak ve beklenmedik yerlerden rızka kavuÅŸmak [Nahl sûresi (16), 120], amellerin ıslahı ve günahların bağışlanması [Ahzâb sûresi (33), 70-71], ilâhî muhabbet [Al-i İmrân sûresi (3), 76], Allah katında makbûliyet [Hucurât sûresi (49), 13], ölüm anında müjde [Yûnus sûresi (l0), 63], cehennemden kurtuluÅŸ [Leyl sûresi (92), 17] ve nihâyet cennette temelli mutluluÄŸu buluÅŸ [Âl-i İmrân sûresi (3), 133] olarak belirtilmektedir.
Allah Teâlâ’nın, gazabından sakındırması [bk. Âl-i İmrân sûresi (3), 28] ve Hz. Peygamber’in, “Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’a karşı saygılı bulun” tavsiyesi, müslümanları bu güzel sonuçlara davet etmektir. Böylece Hz. Peygamber mü’minleri, “Gerçekten Allah, üzerinizde gözetleyicidir [Nisâ sûresi (4), 1] âyetinin mânâsına uygun davranmaya çağırmış olmaktadır.
Takvâ, günah iÅŸlemeye, günah iÅŸlemek takvâ sahibi olmaya engel olmadığı için, insanlık gereÄŸi iÅŸlenecek günahların peÅŸinden iyilik yapmak, o hata ve günahın sonuçlarını ve hatta bizzat günahın kendisini ortadan kaldırmak gerekmektedir. Zira Allah Teâlâ; iyiliklerin kötülükleri giderdiÄŸini [bk. Hûd sûresi (11) 114] ve hatta iyiliklere tebdil ettiÄŸini [bk. Furkân sûresi (25), 70] haber vermiÅŸtir. Bu da murâkabe ÅŸuurunun olumlu bir baÅŸka neticesidir. İyiliÄŸin hatayı iyiliÄŸe dönüÅŸtürmesi veya hiç deÄŸilse, kötülüÄŸün sonuçlarının ortadan kaldırılması, hiç hata iÅŸlememenin mümkün olmadığı dünyamızda, kötülüklere karşı müsamahasız olmayı öngörmek ve öÄŸütlemek demektir. Günahların ve kötülüklerin tortularını, iÅŸlenen iyiliklerle dezenfekte edebilmek gerçekten çok büyük bir imkân ve ÅŸanstır.
İnsanlarla güzel geçinmek, ahlâkî olgunluÄŸun ve murâkabe ÅŸuurunun günlük hayattaki ve beÅŸerî iliÅŸkilerdeki sonucu olmaktadır. Bu uygulamanın ölçüsü de Peygamber Efendimiz tarafından, baÅŸkalarının kendisine yapmasını istemediÄŸini onlara yapmamak ÅŸeklinde belirtilmiÅŸtir.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. İyilikler kötülükleri ya büsbütün ortadan kaldırmak ya da iyiliÄŸe dönüÅŸtürmek suretiyle yok eder.
2. Güler yüz göstermek, zarar vermemek, iyiliklerin yaygınlaÅŸmasına gayret etmek ve kendisine yapılmasını istemediÄŸini baÅŸkalarına yapmamak, insanlarla güzel geçinmek demektir.
3. Takvâ ya da Allah’a karşı saygılı olmak, müslümanı her türlü kötülüklerden koruyacak üstün bir meziyettir.
4. Her yer ve ÅŸartta Allah’a karşı saygılı olmak, murâkabe ÅŸuurunun göstergesidir.